Sevgili kendim...
Huzur kokan bir sakinlikte iki taş koyup çalı çırpıyla ateş yakmak ve Beni anlayan tavşan kanı çayımı hazırlayıp kendimle dertleşmek istiyorum. Alevler odunlara, yanan ateş ise isli çaydanlığa fısıldarken demini alan çayım nasıl bardağa derdini döküyorsa benimde dudağıma değen bardaktan çıkan sıcacık çayın dumanını içime çekerken kendime derdimi dökmek istiyorum.
Farkındayım işten güçten değilde içten yoruldun. Hep birilerine koşturduğun için kendini unuttun. Onların umutsuz kalplerine dokunup azda olsa gülümsesinler diyeçaba sarfettin. Ama senin varlığını unutup fazlasıyla yordum seni.. Her şeye koşayım , her derde yetişeyim , herkesi mutlu edeyim derken yetiştiğin sadece nasibinden öte değilmiş bilemedim. Yağmur yağdığında açtığın şemsiye bile yağmur bitince yük olurmuş ya insana. Meğer işi bitince kimlere yük olmuşum ben.Halbuki belki düzelir diye umut ettiklerin vicdanlarını öfkeye kiralamışlar da bilemedim.
Ah benim derinlerde bir yerde çiçekler ekip yeni baharları umutla beklediğim ömrüm. Bu kadar kirliliğe rağmen yediveren gülleri ektiğim gülistanım. Her mevsim açacaktın hani. Ne zaman kuruttular ki senin gül bağını. Ya zamansız ağaran saçlarım. Babamın tahta tarakla tararken kıyamayıpta öpüp kokladığı o saçlarım. Her bir telinde bir yaşanmışlık her bir telinde ayrı bir hikayesi olan. Tek tek nasılda beyazladılar. Ha bide herkesi kendi gibi bilen, güveni boşa çıkan kalbim vardı değil mi?
Hassına düşen gül olurmuşta ; ya düşmeyen... Düşmeyende içli içli yanarak kül olurmuş işte..
Sabret kimsen yoksa sen tebessüm ettin diye sana sevap yazan bir rabbin var. O darda kalanıda bilir kırılan kalbide... Hayat senaryomuzu yazanın bir bildiği vardır elbet.
İmtihanmıydı yoksa insanlarmıydı ağır gelen. Sabret yüreğindeki sıkıntılar misafirdir yaradandan ; elbet gelip geçer.
Unutmaki nasip gayrete aşıktır.
Meğer daralan kalpleri ferahlatmak için yazan ne güzel yazmış.
“Ben gönlümü yoran her şeyi bile hayra yormuşum...
Kulun işi rast gele..”