Kapitalist bir dünya da yaşıyoruz. Gücü sarsılmaz ve kaçınılmaz görünebilir. Ama bir zamanlar kralların ilahi haklarıda öyle görünüyordu.
İnsan eliyle yaratılan her güç,insan eliyle değişebilir. Direniș ve değișim genellikle sanatla bașlar. En çokta bizim sanatımızda, yani kelimelerin sanatında bu zamanlarda yașadığımız hayata dair bașka bir gelecek düșleyebilen korkularla kușatılmıș toplumumuza ve onun teknoloji bağımlığını așarak bașka bir var oluș biçimi hayal edebilen yazarların sesine ihtiyaç duyacağız ve belki de bu sesler bizi umuda götürecel. Çünkü kitaplar, yalnızca ticari bir ürün değildir. Sanatın amacı, kar arayıșıyla sık sık çatıșır. Ancak sanatın ödülü kar değil, özgürlüktür. Yazma sanatı belki de ülkemizin yüz akı olabilecek üretim faaliyetlerinde çok önemli, hatta ilk sırada diyebilecek kadar önemli bir yerde. Ama, kitap okuyan sayımızda ise nüfusumuza göre inanılmayacak bir gerileme olduğu așikar. Diğer yandan yazar sayımızdaki inanılmaz bir artıș! Kitap kapağının arkasında, elinizdeki kitabın türünü, yazarını, editörünü, baskı yılı, sayısı gibi kitaba ait özelliklere baktığımızda ise, yazarın ilk kitabı, muhtemelen baskı masraflarını kendisinin, yakınlarının karșıladığı kitabın içeriği “Kişisel Gelișim“ yazıyor diyelim. Sonra fikir sahibi olmak için, yazarı, edebi kişiliği, yazım kabileyetine tanıklık etmek adına, kitaba, yazarına sorular yöneltmek geçiyor içinizden. Kitabın yazarının çok genç biri olduğunu görünce, kișisel gelișim denen türe ne örnek bulabileceğimizi sorguluyoruz ister istemez. Sonuç? Genç yazarımız, bașından geçen olumsuzlukları ve nasıl kurtulduğunu, hayata ve olaylara nasıl pozitif baktığını, arkadașıyla „sohbet“ kıvamında okuyorsunuz. Ne bilimsel bir yaklașım, ne sosyolojik bir gözlem, ne psikolojik ne de felsefi bir şey bulamıyorsun. En azından Kișisel Gelișim alanında söz sahibi olmuș, kitaplar yazmıș, ulusal ya da uluslararası değere sahip makaleler yazmıș, mesleğinde kendisine bilimsel anlamda sorular sorulan birinden örenkeler, alıntılar bile bulamıyoruz.
Şimdi ne yapmalı? Yazma isteğini köreltmek için „bu ne?“ Bu nasıl bir kitap? “ mı demeliyiz? Bu sorunun cevabını ben bulamadım. Zira, ben kendimden sorumluyum. Haftada bir kitap bitirmeye, okuduğum kitapların konu dağılımını, yazar sayısını artırmaya devam etmeye, her kitapta kendimce çıkarımlar yapmaya çalışıyorum. Zira kitapların nasıl bir derya olduğunu, her okuduğunda yaptığın çıkarımlar sonucu öğrenmenin sınırının olmadığını yeniden keșfediyorum. Her kitabın, ne, nerede, ne zaman, nasıl, niçin, kim gibi gazeteci sorularıyla karșılașmaya devam ediyorum. Bu sorular bize, kitap yada süreli yazılar yazanlara, daha kapsamlı, derinlemesine araștırmaya, incelemeye gerek duyuyoruz. Ama kitabın kapağının içine, kitabın içeriğini yazmak yetmiyor. İçini doldurmamız gerekiyor. Șayet yazdıklarımız, bizim raflarımız dıșında, bașka insanlara da ulaștırmak gibi bir gayemiz var ise, yazmadan okumalıyız. Hadi imla hatalarını kitabı basan yayınevi, ya da kendimizin istediği bir editör düzeltiyor diyelim. Ama kitapta, bir önerme, tez, antitez yok ise kitabımızın bir felsefi, analitik yanı yoksa, kitap yazmaktan ileri gitmemiș, asıl görevini yerine getirememiștir.
Evet yazar olarak hiç birimiz doğmadık. Ama yaş aldıkça kabiliyetlerimizin farkına kimi zaman kendimiz, kimi zaman çevremizdekiler farkına varırlar. Edindiğimiz çevrede yașayanların yazım sanatı, edebiyat ile olan yakınlıları, bizim gelișmemizi, ufkumuzun genișlemesine yardımcı olur. Yaptığımız gözlemleri bașka insanlar ile paylașmak, duygu derinliklerinizi bașkaları ile paylașmanın bir yoludur yazmak. Yazmak, beynin spor yapması, birikmiș enerjinin atılması ile rahatlama halidir. Diğer yandan, ayna vazifesi, ıșığın yansımasıdır. Elbette biz yeterince ıșığı alıp, yansıtma görevimizi iyi yapa bildiğimiz sürece yazdıklarımız bir anlam kazanır ve ulaștığı yüreklerde de sevgiye dönüșür.
Işığınızın bir ömür sürmesi, yüreğinizde damıltarak karșınızdakine ulaștırmaya çalıștığınız güzel duygularınızın, okuyucuyu sarhoș etmesi dileklerimle.
Moers