Ah o eski ramazanlar. Şimdi diyeceksiniz ki herkes bu aralar hep eskilerden bahseder oldu. Doğru şimdilerde kopuk hayatlar hikayeler peşinde koştuğumuz için bizlerde antikacıların yaptığı gibi eskilere rağbet eder olduk. Değil mi ama. Şimdilerde her şey özelliğini yitirmiş gibi. Ramazanlar bile…
Halbuki eskiden öğle miydi? Hele ki Malatya’da … Memleketimde ramazan bambaşkaydı. Sokaklar ışıl ışıldı. Camii minarelerine parıl parıl parıldayan ışıklarla mahyalara yazılan o yazılar cezbederdi gönülleri. Koca koca iftar çadırları kurulurdu. Ramazan ayı süresince postanenin önündeki çeşmeden şerbet akardı. İçmelere doyamazdık.
Hacivat karagöz oyunları sergilenirdi. Kağıt helvalar, şekerlemeler, ev yapımı limonatalar, Osmanlı macunları daha neler neler. Çocuklar 11 ay boyunca heyecanla beklerdi ramazanın gelmesini.
Unutulmayanlardan biri de cam önlerinde miniklerin heyecanla bekledikleri ramazan davulcularıydı. “Acaba bu davulcular kaç metre uzunluğunda üzerinde hangi kahramanın kıyafeti varki” diye merak ederlerdi.
En güzelide neydi bilirmisiniz. Evinde ocağında yemek pişiremeyen garibanın sofrası bu ayda dolup taşardı. Komşuluk ölmedi ya…
Hemen hemen her fırında o zamanlar ramazan pidesi çıkardı. İftar saatine yakın fırınlar tıka basa ekmek almaya gelen mahalleliyle dolup taşardı. Ocaktan çıkan ekmekleri üzerinde dumanıyla koşarak eve götürürken eller yanar kavrulurdu. Ama o sıcacık ekmeğin kokusu ramazanın en güzel ifadesiydi..
Sahi birde tekne orucu vardı değil mi? Annelerin küçüksünüz tutamazsınız yerine oruca alıştırmalık önerdiği şekilde oruçlarda tutulurdu. Evin hanımları büyük bir gayretle eve çağırdıkları misafirler için yemek hazırlıklarına başlarlardı. Salonun ortasına devasa sofralar serilirdi. Kapıdan giren ev sahibi misafir farketmeksizin kibrini, öfkesini, nefretini, küslüğünü kapının dışarısında bırakıp huzurla içeriye girerdi. İftar saatine iki üç dakika kala evin en küçük ferdi balkon ya da camda ezanın okunmasını beklerdi. Herkes heyecanla sessizleşir susardı. Ve en son camdaki kule bekçisi seslenirdi. “Ezan okunuyooo orucunuzu açın” besmele ve dualarla sular yudumlanır hurma kaseleri elden ele gezerdi. Ne güzeldi. Daha yemekten kalkmadan evin reisi seslenirdi “çay koydun mu hanım” sofra kalkar kalkmaz çay servisi başlardı. Ve ilk bardak içilir misafirlerde dahil teravih namazı için hazırlanılırdı. Hep birlikte çıkılırdı evden mahallede bir uğultu başlardı. Teravihe gidecek olanlar toparlanıp sohbetlerle yola koyulurlardı.. Ve bir anda ev bomboş kalırdı. Bu kez keyif ve sohbet çayları demlenirdi. Tavşan kanı gibi çaylar.
Nerde kaldı o kalabalık iftar sofraları. Tekne oruçları, Sahur muhabbetleri, teravih cemaatleri…
Ben çok özledim o günleri. Düşündükçe burnumun direği sızladı adeta. Ne o şerbet akan çeşme kaldı… Ne de ramazan aylarında teravih kılınması için kapılarını sonuna kadar açan yaralı yeni camii… Hepsi hayal oldu kaybolup gittiler umut sokaklarımızdan bir bir el sallayarak arkalarına dahi bakmadan.
Tüm yaşanmışlıklar hatıralar anılarda kaldı da; sahi kaptan beni eski ramazanlarda indirebilir misin?

