Eskiden büyüklerimiz “sabret güzel günler yakındır” derdi. Bizlerde umutlanır sevinirdik. Heyecanla beklerdik gelmekte olan güzel günleri. Oysaki o günleri beklerken geçmiş günlerimizi özler olduk. Her geçen gün dünü aratır oldu. Ve yine ben yine geçmiş güzel günler, yine iç çekip daldığım rafa kaldırdığım o naftalin kokan çocukluğum. Babamın üç ayda bir üç günlüğüne gelip benimle oyun oynadığı o günler lazım. Bana o yaşlarım lazım. Tabi ki birde şimdiki aklım, tükenmek bilmeyen ertelemediğim hevesim lazım…
Eğer bir insanın kalbi yorulursa kalbinden dökülenlerde dilsiz olurmuş. Bu çağda hepimiz yorgunuz değil miyiz? Bakın yüzünüzde bir tebessüm oluştu. Demekki doğru yoldayız. Hadi o zaman bazanın altından anı kutumuzu çıkartıp geçmişe şöyle bir pencere açalımmı. Bakalım elimi daldırdığımda ilk ne çıkacak.?
Biz öğle bir devrin çocuklarıydık ki ne zaman yolda yürürken yere düşmüş bir ekmek parçası görsek onu yerden alıp üç kez öpüp başımıza koyardık.vicdanlı çocuklardık vesselam.
Akşamları anne babam komşuya gittiğinde tüm çocuklar bir araya gelir evde en eğlenceli oyun olan beştaşı çıkartırdık zuladan.ablamlar abimler oynarken hayran hayran izlerdim onları. O taşları ellerinde bir havaya fırlatıp ötekisini tutarken çıkan taşın sesi bile ğelenceli gelirdi bize. Herkes mutluydu ve yenilen sobanın üstünde kaynayan suyla oralet yaparcaktı. Ama oyun her zaman ablamda kalırdı . yenilsede yensede evin küçük annesi o olduğu için o yapardı. Bizde büyük bir hazla içerdik neşeli neşeli. Ne kıymetliydi o azıcık toz katılıp yapılan oralet. Huzur tadında...
Bir de küçüklüğümün en içimi yakan tarafı da başlarda bahsetmiştim yani hani Babam görevi gereği kışın bi müddet kar mücadelesine giderdi. Biz onu özlediğimiz zaman oturup ağlayamazdık annem üzülür diye. Gök yüzünde bir helikopter gördüğümüzde sayardık manileri :
“Mendili helikopter nolur bana babamı getir “ diye hıçkırarak ağlardık. El sallardık. Ya içindekiler bizi duyar da belki babama iletirde babam onu özlediğimizi bilip gelir diye. Şimdilerde düşünüyorum da ne bitmek bilmeyen bir umudumuz varmış meğer.
Çocuk olduğum dönemlerde dahi minicik kalbimde hassas bir birey vardı. Ben hep sevdiklerim üzülmesin, zarar görmesin diye çabaladım. Sevdiklerim için yürüdüm bu hayat denen hikaye de. Şimdilerde ise kocaman yüreğimde yaşlı bir ihtiyar bağdaş kurmuş oturuyor.
Şairin dediği gibi:
“Ben Bu Çağa Ait Değilim Ruhumda Eskilerin Kokusu Var.”
Gerçekten de öğle değil mi?
Maalesef biz vicdanı olmayan insanların çağında çakıldık kaldık. Ne tarafa dönsek ihanet, hangi yöne baksak zulüm, hangi taşı kaldırsak ziyan olmuş hayatlar. Çocuk kalan yanımda bağdaş kurup oturan yaşlanmış tarafımda kırgın. Peki biz ne ara buralara kadar geldik.. Bu kadar nasılda kirletildi hayatlar.Acaba ne yapsak temizlenirki bu devir. Sahi sağnak sağnak yağmur yağsa paklanırmı ki bu kirli dünya?.