İnsan gurbeti içinde yaşarmış. Bunu çok geç anladım. Burnumun direği sızlayarak yutkuna yutkuna öğrendim. Ne acıymış geçmişine sahip çıkamamak. Ben bilemedim. Ama öğrendim. Taki yıllar sonra çocuklarım koşup oynadığım evi soruncaya kadar.
Ben kimdim… hani benim kaybolan yıllarım. Elimden kuru bir yaprak gibi ufalanıp giden geçmişim. Tüm özlemimi avuçlarımın arasına alıp gitmeliydim geçmişime. Ve varmalıydım özlemin hasretle buluştuğu yere. Hazırmıydın yorgun kalbim.
Geçtim iğde kokulu sılanın yollarından tozu dumana katarak. Gözlerimden akan yaşlar dinmek bilmiyorki. Ne çok ihmal etmiştim BABA OCAĞIMI... Durdum aniden köyümün tabelasının önünde oda benim gibi yorgundu. Kaybolan sokakları adımladım dizlerim titreyerek. Terk edilmiş geçmişim bak ben geldim. Sana geldim.Biliyorum geç kaldım ama yine de geldim.
Doğup büyüdüğüm evimin önündeydim. O ayakta duran heybetli evim virane olmuştu adeta. Babamın kendi elleriyle yaptığı o eve şimdi ağaçlar yabani otlar kol kanat germişti.Evin avlusu diz kapağımı geçen otlarla dolmuştu. Daha önce neredeydin giremezsin der gibi engelliyordu beni. Annemin kendi elleriyle diktiği bezden bebeklerle kendime evcik kurup oynadığım merdivenler dahi küskündü. Yarısı yıkılmış ama bir gün geliriz diye ayakta durmaya ant içmiş o merdivenleri çıktım tek tek. Nasıl girecektimki. Aklıma geldi kapının önünde hala duran babamın cizlanvit lastik ayakkabısının içine daldırdım elimi. Anahtar hala ordaydı biraz paslanmıştı ama olsun . Anahtarı elime alıp öptüm:
Işte burdasın diyerek gözlerimden akan yaşlara inat gülümsüyordum. Anahtarı kapının kilidine takar takmaz tak diye açıldı.Evim benim toprak kokan mis gibi evim. Annem babamı kaybettikten sonra ilk kez geliyordum. Yerde serili kilime ayakkabıyla bassam annem seslenirmiydi bana:
Çıkar o ayakkabılarınıı! diye
Çıkardım ayakkabılarımı hemen. Ilk olarak kapının arkasında gömülü betondan yapılan banyoyu gördüm nem kokan. Annem dışarda kazanda kaynayan suyu kovalara koyup burda yıkardı bizi. Yeşil sabun gözlerimizi yakardı. ağlayınca başımıza su döktüğü maşrapayla kafamıza hafifçe vurup sustururdu annem. Yüreğim sızlayarak iç çektim.Hemen onun az ilerisinde evimizde ikinci betonla yapılan mutfak tezgahımız vardı. Üzerinde sadece ocak duruyordu. Ve annemin eski eteğine lastik takıp perde yaptığı tezgahın altında mavi büyük tüp ... Ama sadece misafir geldiğinde kullanılırdı. Yani misafirlik ocakmı olur demeyin olur du işte.
Evimin en sevdiğim yeri giriş holünü mutfaktan tülle ayıran bölge. Karşımda yeni gelin edasıyla nazlı nazlı bana bakıyordu. “sen mi geldin dercesine.” Babamın elleriyle çivileyip taktığı kocaman raff . evin en gösterişli alanıydı. Bakırdan taslar kromdan tabaklar bardaklar tencereler. Ve en üstte koca koca kara kazanlar.
Girişte solda ki kapıdan girdiğimizde kocaman bir oda... Hala sobası kuruluydu bir de borularına akmasın diye babamın telle astığı salça kutuları . Tıpkı gelinlerin boynuna asılan beşibiryerdeler gibi . Yerde hepsi aynı renkte olan minderler. Ve serili evimizin en kıymetli iki büyük halısı uzanmış yorgun yorgun yatıyorlardı. Gözlerim dolarak kafamı kaldırıp karşıya baktığımda ise sobanın karşı duvarına asılı şahmaran figürlü kocaman duvar halısı tüm gizemiyle süzüyordu baştan ayağa beni. Burası benim baba ocağımdı. Ordan çıkıp yüklük dediğimiz hemen yandaki odaya dirdiğimde oranın yağan yağmur ve kardan dolayı çöktüğünü görünce kahroldum.Bizim buzdolabımız yoktu orası serin diye herşeyi selelerin altında muhafaza ederdik. Bakınırken annemin sandığı gözüme çarptı. Hemen üzerindeki tozu elimle sıyırıp açtım . Metrelerce rengarenk kumaşlar , çeşit çeşit patiklerle doluydu. Tek tek çıkardım koklayarak mis gibi naftalın kokuyorlardı. En altta bir bohça buldum. Heyecanlanmıştım dizlerim bedenimi taşıyamadı artık bohçayı elime alıp çöktüm yere. Tek tek her çocuğa ait birer parça hatıra. Kundaklar ,patikler,bebek tülbentleri. En altta da ANNEMİN bana kendi elleriyle yaptığı bez bebek. Bunlar ne büyük mirastı oysa. Aklıma hepimizin bir odada yattığı günler geldi. Beni yine eskisi gibi bebeğimle beraber koynunda uyuturmusun annem.
Kimbilir yitirilip giden kaybedilmiş ne hikayeler vardır benim ki gibi. Baba ocağı denen bir yer varmış hayallerini en rahat kurduğun. Üşüyen yüreğini ısıttığın. Hatıralarının bir bir dile dile geldiği Baba ocağı varmış.
ŞAİRİN DEDİĞİ GİBİ: “ SEVDİKLERİNİZE YÜREĞİNİZDE NE VARSA HİSSETTİRİN. BELKİ NE YARIN OLUR NEDE YARIN O OLUR. HAYAT GEÇ KALMAYI ASLA AFFETMEZ...”